1 Kasım 2014 Cumartesi

Gezi Stajı: Ege


1. gün (21.08.14)

İlk gün Ege'nin incisi İzmir'deydim. Gezime bir rehber de eşlik etti ve gezdiğim yerler hakkında iyi bilgilere de sahip oldum. Ege'de çoğu yerin ismi Amazonlardan gelirmiş, İzmir'in ilk ismi de yine bir Amazon kraliçesine ait olan Symirna'ymış. Tarihte Karya ve Lidya yerleşimleri ve Yunan yerleşimi var, fakat Yunanlıların çoğu Ege'deki adalardan gelenler. Yerel halk çiftçilikle, adalardan gelenlerse denizcilikle uğraşırmış ve bir taraf üretip diğer taraf sattığı için ticaret de gelişmiş. Büyük İskender'in fethiyle Helenistik medeniyet yerleşiyor ve bu şekilde doğu-batı sentezi ile birlikte bilim ve sanat da ilerliyor.

Geziye önce Konak Meydanı'yla başladım. Konak Meydanı'nın ortasında tarihi bir Saat Kulesi var. Eskiden saatler çok pahalı olduğundan, böyle saat kuleleri yapılırmış. Mimarı Raymond Charles Pere olduğu düşünülüyor fakat kesinleştirilmiş bir bilgi değilmiş. Kulenin etrafında 4 tane çeşme var ve kule mermer ile kesme taştan oluşuyor. Saati ise Alman kralının hediyesiymiş. Kulenin arkasında Hükümet Konağı var. Hükümet Konağı'nın arkasında ise tekstille ünlü Kemeraltı Caddesi var.

İzmir Saat Kulesi

Kulenin çaprazında ise Hasan Tahsin Heykeli bulunuyor. Hasan Tahsin, 15 Mayıs 1919'da Yunanlılar İzmir'e ilk çıkartma yaptığında en önde savaşan kişidir. Direnişi başlatan kişi olarak da cesedinin bulunduğu yere heykeli yapılıyor. Asıl adı Osman Nevruz'muş fakat İsviçre'ye tedavi için gittiğinde ismini değiştirmek zorunda kalmış.

Hasan Tahsin Heykeli

Konak'ta diğer adresimiz, meşhur Tarihi Asansör'e çıkan sokak; Dario Moreno Sokağı'ydı. Kendisi bir Yahudi ve Aydın'da doğmuş. Fakat tam bir İzmir aşığı ve İzmir'e gömülmek istediğini söylüyor. Bu sokağa da onun ismi verilmiş ve sokağın girişinde Moreno'nun bir büstü var ve hemen yanında vasiyeti yazıyor.

Dario Moreno büstü ve vasiyeti

Sokağa hakim olan mimari, Osmanlı ve Rum mimarisi. Bolca cumbalı ev var. Ayrıca manzara ve esinti için çoğunlukla büyük pencereler kullanılmış. Temel yapı maddesi taş ve bu sebeple kolon olmadığı için de binalar arasında ahşap kullanılarak denge sağlanmış. Savunma amacıyla da sokaklar dar.



Dario Moreno Sokağı'nı geçtikten sonra Tarihi Asansör'e ulaşıyoruz. Türkler düzlükte yaşarken Rumlar da üst kısımlarda yaşadığı için, 155 metrelik basamaklarla üst kısma ulaşım sağlanıyormuş. Yahudi bir iş adamı ayağını kırınca 1907'de Avrupa'da gördüğü asansör sistemini yaptırıyor. 2 tane asansör var, biri hava gazı diğeri de elektrikle çalışıyor. Asansörde çıkarken Moreno'nun İzmir için yaptığı şarkıları dinliyoruz ve üste çıktığımızda bizi müthiş bir İzmir manzarası karşılıyor.

Tarihi Asansör






2.gün (22.08.14)

2.gün gezime Çeşme'de devam ettim ve Çeşme Kalesi'ni gezdim. Selçuklularda astronomi çok ilerde olduğu için gök gözlemciliğini yapmak adına kalelerin burçları kullanılıyormuş. Kalenin karşısında ise Sakız Adası'nı görebiliyoruz. Aynı zamanda müthiş de bir manzara var.





Kalenin içinde aynı zamanda Çeşme Arkeoloji Müzesi de var ve Eritre kentindeki kazılarda bulunan eserleri içeriyor. 

Çakmaktaşlar

Osmanlı-Rus Savaşı'nı temsil eden resimler

M.Ö. 1700'lü yıllarda Bağlararası yerleşiminde evler sokaklarla
ayrılmış ve bitişik inşa edilmiştir. Bu evlerin yanında, bir de
şaraphane bulunmuştur. Anadolu'nun en eski şarap atölyesi
olan bu yerde üzümler ezilerek şarap elde ediliyor. Daha sonra
şaraplar testilere yerleştiriliyor.


Amforolar
Yunanlılar zamanı Batılılardan geçen, limandan limana zeytinyağı
ve şarap  taşımacılığında kullanılan büyük küpler
  
Gözyaşı şişesi (sol)
Karısı eşini özlediğinde ağlar, eşi döndüğünde de onu
ne kadar özlediğini gösterir. Kişi öldüğünde onunla
birlikte gömülür.

Osmanlı zamanındaki ilk tuvalet şekli

Çeşmeyi gezdikten sonra Alaçatı'ya geçtim. Alaçatı'da çoğunlukla taş evler vardı ve bunların hepsi alçak katlı evlerdi.



Alaçatı Dünya'da rüzgar enerjisi bakımından İngiltere'den sonra 2. sırada ve buna bağlı olarak rüzgar sörfü de çok yaygın. Aynı zamanda yel değirmenleriyle meşhur bir yer. Değirmenler buğday üretimi için kullanılmışlar.

Yel değirmenleri

Alaçatı'dan sonra konaklamak için Kuşadası'na geçtim ve yolculuk sırasında gezime eşlik eden rehber biraz Aydın'dan bahsetti. Aydın'da pek yapılaşma yokmuş ve deniz çekildikten sonra da toprak hala çok tuzlu olduğundan tarım da pek yapılamıyormuş. Milli parkında çok sayıda endemik bitki türü varmış. Kış turizmi yokmuş fakat yaz turizminin ilk başladığı yermiş Aydın. Ama yapılaşma sorunundan dolayı ilerletemiyormuş. Türkiye'nin en büyük kongre merkezi buradaymış. Konaklayacağımız Kuşadası da ismini güvercinlerden almış.




3.gün (23.08.14)

Güne Yedi Uyuyanlar Mağarası'nı gezerek başladım. Burasının çok ilginç bir hikayesi var. İnanışa göre, putperest hükümdarın sarayında çalışan Hristiyan 6 kişi, hükümdarın onları öldüreceğinden korkarak kaçmaya karar verirler. Kaçarken yolda aynı inanıştan bir çobanla daha karşılaşırlar ve 7 kişi olurlar. Çobanın köpeği onları tehlikelere karşı uyara uyara sonunda Selçuk'taki Panayır Dağı'nın eteklerinde bir mağarada saklanırlar ve uyuyakalırlar. Bu sırada hükümdar onları bulur ve mağaranın kapısını kapatır. Tam 300 yıl sonra uyanırlar ve içlerinden biri yiyecek almak için çarşıya gittiğinde her şeyin değişmiş olduğunu görür. Mağaraya döndüğündeyse geri kalanların hepsi ölmüştür. O da çok kısa bir süre içerisinde ölür. Bu mağaraya da Yedi Uyuyanlar Mağarası denmiş ve Kur'an'da da Ashab-ı Keyf olarak geçmektelermiş. 



Dilek Ağacı

Yedi Uyuyanlar'dan sonra Meryem Ana Evi'ne gittim. Meryem Ana 12 yaşına geldiğinde eş seçmek için tapınağa gönderiliyor. Bir ağaç dikilecek ve en hızlı yeşeren yarışmayı kazanacak. Yusuf, marangoz olduğu için hangisinin çabuk yeşereceğini biliyor ve yarışmayı kazanıyor ve nişanlanıyorlar. Fakat daha evlenmeden Meryem Ana hamile kalıyor ve çocuğun tanrı tarafından kutsandığına inanılıyor. 
Yahudiler Hristiyanlığın hızla yayılmasından rahatsız oluyorlar ve İsa'yı çarmıha geriyolar. İsa çarmıha gerildiğinde iki kişiyle konuşuyor. Biri annesi, diğeriyle havarisi Yahya. Yahya'nın bu bölgeye kesin geldiği düşünülüyor çünkü cemaate yazdığı mektuplarda bahsetmiş. 

19.yüzyılda Alman bir rahibe rüyasında Meryem Ana'nın yaşadığı yeri görüyor. Hikayesine göre evin bir tarafı denize, diğer tarafı da Roma şehrine bakıyor. Gelip evi aramaya başlıyorlar. Başta bulamıyorlar, daha sonra köylülere su içebilcekleri bir yer soruyolar. Köylüler de onları yukarı yönlendiriyor ve burada da bir manastır buluyorlar. Katolikler burada Meryem Ana'nın yaşadığına inanıyolarlar, çünkü Meryem Ana adına yapılmış ilk kilise Efes'te.

Meryem Ana Evi
Pencerelerdeki haç işareti

Kutsal suyun aktığı çeşmeler
Dilek bağlanan duvar



4.gün-5.gün (24-25.08.14)

Gezilerime Efes Antik Kenti'yle devam ettim ve iyice inceleyebilmek adına buraya 2 günümü ayırdım ve yine rehber eşliğinde gezdim.
Efes'te ızgara plan sistemi var. Kuzey-güney ve doğu-batı caddeleri var, diğer caddeler bunları dik kesiyor. Efes'in önemli özelliklerinden biri de mermerden yapılmış ilk şehir olması. Mermer Efesin zenginlik ifadesi. Yunan kralının oğlu Andokros, kahinlere gidip nerede şehir kurmasını soruyor. Onlar da yaban domuzu ve balığın bulunduğu bir yer olduğunu söylüyorlar. Onlar da keşifteyken Efes bölgesinde balık pişirirken yangın çıkıyor ve yangın üzerine yaban domuzları geliyor. Bu şekilde burada şehir kuruluyor.

Efes'e güney giriş kapısından girdim. Öncelikle beni devlet agorası karşıladı. Toplanma alanlarına agora deniyor. Buralarda köleden baharata kadar alışveriş de yapılıyor, devlet kontrolünde sosyal ve politik konular da konuşuluyormuş. Agoranın kuzeyinde bir bazilika var. Bu bazilika İyon mimarisine ait ve 3 nefli bir yapıya sahip. Genellikle agoralarda bazilika da bulunuyormuş.

Agora'nın bir kısmı
Bazilika Stoa

Bazilikanın kuzeyinde Varius Hamamı var. Hamamlar insanların sohbet ettiği yerler. Alttan ısıtmalı ve kademeli (sıcak-ılık-soğuk) geçiş sistemi var. İnsanlar çok zengin oldukları için yiyip yiyip kusuyorlarmış, bu yüzden kusma alanları da var. Kölelere de haftada bir ücretsiz giriş izni veriyorlarmış. Hamamlarda eşcinsellik yaygınlaşınca, Hristiyanlık zamanında papazlar bu olayları engellemek istemiş ve bu kültürü yavaş yavaş bitirmeye çalışmışlar.

Varius Hamamı

Efes'te kanal sistemi var. Temiz olması için balçık borularda su taşınıyor. Evin ihtiyacına göre boruda delik açılıyor ve para da deliğin boyutuna göre belirleniyormuş. Bir Hydrekdokheion yani Su Sarayı ve su kemerleri var. Alt kısımları dar, üst kısımları geniş. Her sütunun içinden demir parçası geçiyor. Kurşunu eritiyorlarmış ve o da bu demirlerin sabit durmasını sağlıyormuş.

Demirlerin geçtiği izler burada belli oluyor.
Efes'te meydanda tavla benzeri oyunlar da oynanıyor. Oyunlardaki işaretlerden kimisinin Hristiyanlık işaretlerine benzetildiği de oluyormuş.

Oyunlardan biri

Mahkeme ve borsa binası kabul edilen yerde 167 tane iyon başlıklı sütun var.

Sütunlar

Daha sonra Odeon meclis binasını yani bouleuterion'unu gördüm. Burası 1400 kişi kapasiteliymiş. Danışma meclisi olarak zenginler ve din adamları tarafından kullanılıyormuş. Kemer sistemi kullanılıyor. Örneğin Yunanlılar macburen yamaçlara vs tiyatro yaparken Romalılar düz alanlara da yapabiliyor. Set duvarlar örüldüğü için akustiği de  daha iyi. Binada kusma kapısı var. Giriş ve çıkış kapılarına kusma kapısı deniyor. Oturma yerlerini ayıran basamaklı geçiş yerlerine ise Diazoma deniliyor.

Odeon 

Diazoma

Biraz daha ilerlediğimde şehrin manzarasını çok iyi görebildiğim bir yere ulaştım.



Manzaradan Domitianus Meydanı'na indim. Burada meydanın doğusunda Pallio Çeşmesi'ni gördüm ve hemen yanında tıbbi malzemeler bulunduğundan dolayı hastane olduğu düşünülen yapıları gördüm. 

Pallio Çeşmesi ve hastane

Meydanın kuzeyine gittiğimde karşıma çıkan bir diğer görkemli yapı Memmius Anıtı oldu. Bir isyan oluyor ve 800bin Romalı bir gecede ölüyor. Mitidases şehre gelince yönetmek istiyor. İnsanlar o gelince aslında Roma'nın daha iyi olduğunu anlıyorlar. Mitidases çift vergi almaya da başlıyor. Onun torunu Memmius da vergiyi kaldırdığı için onu çok seviyorlar ve şehre bir anıtını yapıyorlar.

Memmius Anıtı

Daha sonra şehirdeki en büyük yapılardan olan Domitian Tapınağı'nı gördüm. Antik çağlarda baş rahiplerin yönetimi altında olmak çok önemli olduğu için büyük tapınaklar yapılmış ve bunlardan biri imparator Domitianus'a adanmış. 

Domitian Tapınağı

Batıda Nike tanrıçasının heykelini gördüm. Nike, zafer tanrıçası. Bir elinde özgürlüğün temsili olarak palmiye ağacı, diğer elinde zaferin temsili olarak defne yaprağı tutuyor.

Nike Heykeli

İlk gün gezimi burada sonlandırıp ikinci gün kaldığım yerden devam etmek adına tekrar Efes'e geldim. Gezmeye Herakles Kapısı'ndan başladım. Adını, üzerinde kabartmaları olan güç tanrısından alıyor. Kapının asıl amacı, zengin ve köleleri ayırmakmış ve at arabası geçemiyormuş.

Herakles Kapısı

Burada gördüğüm heykellerin başları genellikte yoktu. Sebebi kimisinin bulunamaması, kimisininse sergilenmek için başka müzelere götürülmesiymiş.

Başsız bir heykel

Burada zenginlere ayrılmış evler de vardı. Bu evlere yamaç evler de deniyormuş. Evlerin kendilerine özel hamamları ve ısıtma sistemleri oluyormuş. Duvarları mermer, yerleri mozaik kaplıymış.

Zenginlerin evlerinin olduğu kısım

Caddenin ilerisinde Trajan Çeşmesi vardı. M.S. 2.yüzyılda yapılmış. 12 metre uzunluğunda, 9 metre genişliğindeymiş. Ben Dünyanın hakimiyim diyen Trajen'e adanmış. Caddeler çok kirli olursa kullanılıyormuş.

Trajan Çeşmesi

Onu da geçtikten sonra, karşıma Hadrian Tapınağı çıktı. Tapınağın üst kısmında koruyucu figür olarak Tike kabartması var. Aynı zamanda Medusa figürü de vardı. Sağ kısmında kadın savaşçılar yani amazonlar anlatılıyor. Solda ise bir yaban domuzu hikayesi var. Altta yamalı haçlar ve sonsuzluğu temsil eden menderes var.

Hadrian Tapınağı



Caddeye devam edince sağda tuvaletlerin olduğu bölüme girdim. Tuvaletler 50 kişilik ve erkekler içinmiş. Tuvaletler dahi mermerden olduğundan kışın çok soğuk oluyormuş ve önceden köleleri gönderip ısıttırıyorlarmış. Kanalizasyon sistemi var ve hamamdaki su buraya geliyor. İnsanlar burada bir arada felsefe yapıyolarmış. 


Burada aslında 3lü bir yapı varmış. Hamamlar-tuvaletler ve Aşk Evi. Burada 2 tür kadınlar oluyormuş. Biri sohbet için eğitimli kadınlar, diğerleriyle başka tür ihtiyaçlar için olan güzel kadınlar. Burası 4 mevsim açıkmış ve girmeden önce ayakları yıkamak, çıkınca da hamama girmek zorunluymuş. Ayrıca en eski reklam tabelası da Aşk Evi'ne ait. Tabelanın üzerine hangi yöne gideceklerini gösteren ayak izi, bir kadın figürü ve kalp var. Ayrıca açık olup olmadığını gösteren bir de mum olurmuş. Mum yanıyorsa aşk evi açık demekmiş.

Aşk evi'nin olduğu yer
Aşk Evi tabelası

Daha sonra Kleopatra'nın kardeşi Arseone'a adanan anıtsal mezarla karşılaştım. Burası sekizgen bir bina yani Oktagon.

Oktagon

Ve en sonunda şehrin en görkemli binası olan Celsus Kütüphanesi'ne geldim. Dışarıdan 2 katlı görünse de 15 metre yüksekliğindeki tek katlı bir salon. Burası Mısır'daki ve Bergama'dakinden sonra 3. en büyük kütüphane. Belluci ailesinin buradaki kitapları İtalya'ya götürmesi orada rönesansın başlamasına sebep oldu. Kütüphanenin önünde 4 tane heykel var: Sofia (bilgelik) - Arete (erdem) - Enoya (bilgelik)  ve Episteme (anlayış). Bu dört heykel valinin özelliklerini temsil eder. Kütüphanenin sağında da agoraya açılan kapılar var.

Celsus Kütüphanesi

Şehrin çeşitli yerlerinde kölelerin zincirlendiği boşluklar vardı.


Daha sonra şehrin büyük tiyatrosuna gittim. Bu tiyatro 25 bin kişilikmiş. Akustik, esinti ve manzara için batıya bakıyor. Tiyatroların yanında dövüşler de yapıldığı için hayvanlar saldırmasın diye insan boyunda duvarlar var. Son zamanlarda konserler de verilmeye başlanmış burada. Yine burada da kusma kapısı denilen kapılar var ve bu kapılarla 3. kata kadar çıkılabiliyor. Oyunlar için özel balçık biletler oluyormuş. Başlarda kadınlar oyunlarda yer almıyormuş. Köleler maskeler ile kadın rollerini oynuyomuş. Fakat daha sonra tiyatro öyle bir boyuta gelmiş ki imparatorlar bile rol almaya başlamış. Gladyatör dövüşleri de popüler olmaya başlamış. Dövüşçüler 2-3 yıl eğitim alıyorlarmış. Ara sıra meclis binası olarak kullanıldığı da oluyormuş. Oyunlar şarap tanrısına atfedilirmiş.



Ve böylelikle 2 günlük dolu dolu Efes gezimin sonuna geldim.



6.gün (26.08.14)

Stajımın bu gününü güzel Şirince Köyü'nde gezerek geçirdim. Şirince Köyü'nün tarihinin çok eski olduğu düşünülüyormuş. Tahminlere göre, Efes kentinin dağılıp Kuşadası'na taşınmasıyla birlikte bi grup insanın dağa çıkmasıyla kurulmuş. Köye tarihte Ege'deki birçok yer gibi, Rumlar yerleştirilmiş. Şimdilerde genellikle butik oteller ve pansiyonlar vardı. 


Bölgede zeytin yetiştirildiği için şarapçılık da çok fazla gelişmiş. Neredeyse tüm köyde ücretsiz şarap tadabileceğimiz yerler vardı. Ama çok bağ olmadığı için meyve şarapları çok fazla yok. 


Köyün sokakları dardı ve bazı sokaklarda teyzeler kendi yaptıkları işleri satıyolardı. Ayrıca bir köy düğününe de denk geldim ve çok mutlu oldum.




Son olarak Şirince'de bir de kilise buldum ve onu da gezdim. 




Ayrıca evler bana Safranbolu evlerini anımsattı :)






7.gün (27.08.14)

7. güne Ayasuluk Tepesi'ne çıkarak başladık. Burası birçok açıdan önemli bir nokta. Örneğin Efes'in ilk kurulduğu nokta olma özelliğini taşıyor. Ayrıca 3 farklı inanışı bir arada bulunduran kutsal bir nokta: tapınak - kilise - cami. 
Kilisenin kapısı çok fazla büyük olduğundan savunma amaçlı da kullanılmış ve işkence kapısı da deniyormuş. 

Kilisenin kapısı

Oradan sonra palmiyeli bir yolda yürüyüp İsa Bey Camii'ne geçtim. Cami bir Selçuklu camisi ve Pers-İran-Arap mimarisini içeriyor. Planının bir kiliseden alındığı düşünülüyor çünkü cami Roma dönemi bazilikalarına benzetiliyor. Geniş pencereleri var ve cennet kapısı denilen büyük kapılara sahip. Selçuklu mimarisini Osmanlı'dan ayıran yönlerden biriymiş bu. Diğer yönlerse, çini sayısının daha az olması ve turkuaz olmasıymış. Bu camii, Türkiye'deki ilk revaklı cami imiş. Girişin tepesinde çarkıfelek desenleri var. Bahçenin içerisinde de çokça desenle taşlar var. Kemer sistemi de süsleme olarak da kullanılmaya başlanmış.


Çeşme
Caminin mukarnasları
Çarkıfelek deseni
Normalde sekizgen olan taşlar burada altıgen görünüyor.



Camiyi gezdikten sonra oradan Dünya'nın 7 harikasından biri olan Artemis Tapınağı'na doğru yola koyuldum. Artemis, Türkiye'deki en önemli dini yapıymış. Bölgedeki tüm araziler tapınağa aitmiş. Fakat tapınaktan geriye sadece birkaç sütun parçası kalmış.

Artemis Tapınağı



8.gün (28.08.14)

Bu güne Pamukkale'ye doğru yol alarak başladım. Bu yolculuk sırasında rehberim biraz Denizli hakkında da bilgi verdi. Denizli avülyal topraklara sahip olduğu için çok verimli arazilere sahipmiş. Örneğin seralarda yılda 4 kez çilek üretilebiliyormuş. Pamukkale'den sıcak su geldiği için, sıcak su kaynaklarından enerji de üretebiliyormuş ve bu enerji seralarda kullanılıyormuş. İçerisinde gezme fırsatı bulamadığım Afrodisyas Antik Kentini barındırıyormuş. Romanın kuruluşunun bu kente bağlandığı oluyormuş. Denizli'de ön Türkçe yazıtlar bulunmuş ve yazıtlarda şimdiki Latin alfabesinde gördüğümüz kimi harfler oluyormuş. Salihli'de Tümülüs denilen mezarlar meşhurmuş. Bu mezarlar toprağın yığılmasıyla oluşuyormuş ve ölen kişinin soyluluğuna göre toprak yüksekliği değişirmiş. 
Denizli ayrıca horozuyla da meşhur ve rehberim horozların ortaya çıkışıyla ilgili çok ilginç bir hikaye anlattı. Maden tanrısı Hepiestos'un karısı güzel Afrodit, eşini Ares'le aldatır. Ares kapıya onlara haber vermesi için bir asker diker, fakat asker uyuyakalır ve ikisi yakalanırlar. Ares de askeri cezalandırır ve ona bundan böyle görevinin insanları uyandırmak olduğunu söyler.

Pamukkale'ye baktığımızdaysa, suyun kireçli olmasından dolayı tedavi amaçlı kullanıldığını görüyoruz. Hastane amaçlı kullanılmış bir şehirmiş burası ve genellikle son çare olarak gönderdikleri için büyük mezarlık alanları varmış.

Suyun kireçli olmasına gelirsek de, sıcak suyun yeryüzüne çıkmasıyla beraber mineraller de çıkıyor. Çıkan bu mineraller taşların üzerine yapışarak kendileri de taşlaşıyorlar ve böyle 11bin yılda oluşmuş kayalar varmış Pamukkale'de. Sıcak sudaki minerallerle oluşmuş bu kayalara da traverten deniyor. Aslında Dünya'nın birçok kentinde travertenler varmış hatta ismini İtalya'daki Travertino şehrinden almış fakat en büyüğü Pamukkale'de bulunan bu travertenlermiş.



Taşlaşmaya başlamış yumuşak mineral dokusu
İnsanların girmesine izin verilen yer. Fakat dokuya zarar vermemek
adına ayakkabıyla girilmiyor. Taş kaymıyordu ama kimi
 yerler yosun tutmuştu. Dikkatli yürümek gerek.


Pamukkale Travertenler'ine kadar gidip Hiearapolis kentini gezmemezlik etmedim tabi. Öncelikle agora'nın bulunduğu yere gittim. Fakat burası depremlerden çok fazla etkilenmiş ve sürekli yıkılmış ve su altında kalmış. Ve tabi ki Kleopatra Havuzu'nu gördüm. Aslında burası Kleopatra'nın güzellik havuzu olarak da geçiyormuş. İnsanlar bu havuza girip gençleşeceklerine ve güzelleşeceklerine inanıyorlar. Kaynağından tadına baktım, bildiğimiz ılık soda ve mineral suyundan oluşuyor. 

Kleopatra Havuzu
Depremde su altında kalan sütunları görebiliriz.

Antik kentte birtakım taştan kemer sistemleri de vardı. Aynı zamanda kanalizasyon sistemiyle, sıcak su kanallarıyla, hamamlarıyla modern bir şehirmiş.


Daha sonra tepeye doğru şehrin tiyatrosunun olduğu yere çıkmaya başladım. Tiyatro şehrin batısına bakıyor ve bütün şehir manzarası görünüyor. 



Tiyatroda önde zengin ve soyluların oturduğu özel koltuklar da vardı. Protokol kelimesi de aslında buradan geliyormuş. Pro ön, tokol iste arka demekmiş. 

Özel oturaklar

Ayrıca insanların rahat oturup ayaklarını geri alabilmeleri için oturaklarda oyuntular yapmışlar.

Oyuntular

Daha sonra sahnenin ve orkestranın olduğu yere de indim ve ordan da birkaç kare çektim ve Pamukkale gezimi de bu karelerde tamamlamış oldum.







9.gün (30.08.14)

İstanbul'a döndüğümde gezi stajıma devam etmek adına soluğu Sultanahmet'te aldım. İlk olarak Ayasofya'yı gezdim.

Ayasofya, Dünya'nın en büyük kathedraliymiş. Önce Ortodoks Kilisesi olarak inşa edilmiş, fakat daha sonra cami olarak kullanılmış ve en sonda müze olarak kullanılıyor. 
Ayasofya'nın mimarisi, kubbesi ve taşıyıcı özellikleriyle bir dönüm noktası olarak kabul ediliyor. O dönemki hiçbir bazilika bu kadar büyük bir kubbeye sahip değilmiş. Dolayısıyla kubbenin geçtiği açıklık da nispeten daha fazla. Fakat bu kadar ağır kubbeyi taşımak çok zor olmuş. Bina açılmaya çok müsaitmiş, bu nedenle istinat öğeleri eklenmiş. 


Ayasofya; bir orta nef, kuzey ve güneyde iki yan nef, doğuda apsis ve batıda nartekslerden oluşuyor.

Giriş kapılarının bulunduğu kısımlara narteks deniyor. Ben de gezime iç narteks denilen bölümü incelemekle başladım.

İç Narteks
İç narteksin tavanı mozaiklerle kaplı ve bu mozaiklerdeki sarı renkler altın ile yapılmış. Duvarlarda dalgalı mermer levhalar var, bu levhalar sabitlenmeden önce ikiye kesilmiş ve o şekilde yan yana yapıştırılarak simetri sağlanmış. Narteksteki avizeler de, cami döneminden kalma içinde elektrik ampulleri olan yağ lambaları.

Tavandaki mozaikler
Avizeler 
İç narteksteki 9 kapıdan biri ve duvarlar

Ana mekanda önce güney nefe girdim. Burada çeşitli sütunlar var ve heps monolit. Sütunların başlıkları Bizans stiliydi. Ayasofya'da toplam 107 tane sütun varmış. Sütunlar Ayasofya'dan daha eski, çünkü eski tapınaklardan getirtilmişler.

Güney Nef
Tavan mozaiklerle kaplı

Güney nefte ilerlediğimde 1.Mahmut Kütüphanesi'ni gördüm. Burası namaz kılınmadan önce Kur'an okunan odaymış. Duvarlarda İznik fayansları var.


İçerideki fayanslar
Kütüphanenin görünüşü

Ayasofya'nın içinde bir de 19.yüzyılda imal edilmiş, restorasyon ve temizlik işlerinde kullanılan ahşap merdiven sergileniyor.

Ahşap Merdiven

Oradan sonra içinde apsisin olduğu orta nef'e geçtim.

Apsis

Apsisin üzerinde İsa'yı taşıyan Meryem mozaiği var. Bizans döneminde yıkılan pencelerelerin yerine Osmanlı dönemindeki vitraylar var. Apsisin sağında, yine Osmanlı döneminde eklenmiş olan minber var. Minber, mermer işçiliğinin en güzel örneklerinden.

Minber

Apsisin solunda da, Hünkar Mahfili var. Padişahın cuma ve bayram namazlarını burda kılması nedeniyle bu ismi almış. Mahfil, 6 sütun üzerine altıgen bir yapı olarak oturtulmuş.

Hünkar Mahfili

Alt katı dolaştıktan sonra üst kata geçtim. Üst kata geçerken arnavut kaldırımı gibi taşlarla döşenmiş tünel gibi bir yerden geçiliyor. 7 tane sarmal döndükten sonra üst kata geliniyor.



Üst katın tavanının mozaikleri yağmurdan tahrip olduğu için sıvandıktan sonra tekrar yapılmış. Ayrıca imparatoriçe törenleri izlemek için bu kata çıkartılırmış. Şimdi Ayasofya resimleri vs sergileniyordu. Ayrıca birtakım takılar da satılıyordu.



Ayasofya'nın üst katını da gezdikten sonra tekrar inip avluya çıktım. Avluda, erkeklerin abdest alabilmesi için yine Osmanlı döneminde eklenmiş şadırvan var.

Şadırvan


Kaynaklar:
http://ayasofyamuzesi.gov.tr




10.gün (31.08.14)

Stajımın son gününe Galata'da başlayıp, daha sonra Nişantaşı'na inerek devam ettim.

Galata'nın antik çağdaki adı Sykai imiş. Bu da İtalyanca, denize inen yol demekmiş. Bu nedenle Cenevizlilerle birlikte ticaret ile parlak bir dönem yaşamaya başlamış.

Galata sokakları, kendine has graffitilerle meşhur. Ben de gezerken sıkça karşılaştım.





Galata'da ilk durağım Bankalar Caddesi oldu. Aslında Bankalar Caddesi, Voyvoda Caddesi ve çevresindeki caddelere deniyormuş; fakat biz genellikle sadece Voyvoda Caddesi'nden ibaret zannediyoruz. Voyvoda Caddesi'nin başında Galata Kulesi'ne çıkan, komando merdivenleri denen merdivenler var. Caddeye olduğu gibi, merdivenlerde de Art Nouveau stili hakim. Bu stil Türkçede yeni sanat diye geçiyor. Bu sanat, zarif dekoratif süslemelerin ön plana çıktığı, kıvrımların sıklıkla kullanıldığı bir sanat. 


Daha sonra caddeye devam ettiğimde, birbiri ardına dizilmiş, barok stilin hakim olduğu binaları inceledim. Bunlardan birisi Eski Osmanlı Bankası'ydı. Birkaç sene önce buranın arşivine inme şansı da elde etmiştim. Çok eski müşteri kayıtları, yine çok eski tomar paralar vardı. Çalışanların bolca fotoğrafı vardı. Bu güzel binanın mimarı da Alexandre Valluary imiş.
Voyvoda Caddesi
Eski Osmanlı Bankası
Eski Osmanlı Bankası
Eski Osmanlı Bankası

Galata'nın, neresinde olursan ol kuleye göz kırpan ara sokaklarında devam ettikten sonra Galata Kulesi'ne geldim.







Galata Kulesi, 69.90 metre yüksekliğinde. Panaromik olarak; İstanbul, İstanbul Boğazı ve Haliç seyredilebiliyor. Önce Bizans döneminde 528 yılında fener kulesi olarak inşa edilmiş. Daha sonra Osmanlı döneminde yangın gözetleme kulesi olarak kullanılmış. Yığma taşlar ile yapılan kule, sürekli yenilenmiş ve onarılmış. Şu anki hali 1967'deki onarılmış hali. 







Galata Kulesi'nin güzel manzarasıyla gezi stajımı bitirmiş oldum. :)


Kaynaklar: