3 Kasım 2015 Salı

Gezi Stajı: Kapadokya

1. gün (24.08.15)

Bu yıl, gezi stajımın bir kısmını geçirmek üzere Kapadokya'ya doğru yola çıktım. Nevşehir'e varmadan hemen önce Aksaray'dan geçerken, Tuz Gölü'nün üzerinde yürüme deneyimi için Şereflikoçhisar'da mola verdik. 
Tuz Gölü, Türkiye'nin en büyük tuzlu gölü ve %32'lik bir tuz oranına sahip imiş. Fakat buharlaşan suyun çekilmesiyle birlikte tuz tabakaları oluşmaya başlamış. Ben de bu tuz tabakasında yürüyüş yaptım. Henüz işlenmemiş tuz olduğu için cildi biraz yakıyordu, bu yüzden hemen çıkışta elimizi ve ayağımızı yıkayabileceğimiz yerler vardı ve tahriş oluşmaması için mutlaka yıkanması da gerekiyor. 

Girişinde göldeki tuzların işlenmesiyle yapılmış kozmetik eşyası
vb. ürünler satılıyordu.




Üzerinde yürüdüğümüz tuz tabakası


Kapadokya bölgesine Aksaray tarafından giriş yaptığımız için bizi iki dağ karşılıyordu. Biri 3268m yüksekliğinde Hasan Dağı, diğeri ise 2963m yüksekliğinde Melendiz Dağı. Daha ileri de de 3965m ile bölgenin en yüksek dağı olan Erciyes Dağı vardı. Bu bölge de işte bu volkanik dağların 60 milyon yıl önce patlamasıyla oluşmaya başlamış.

Kapadokya denilen alan oldukça geniş bir alanı kapsıyor aslında. Benim gezi boyunca bulunduğum alan Kayalık Kapadokya ismiyle geçiyor. Aksaray'dan Ihlara ile başlayıp; Nevşehir'den Derinkuyu, Kaymaklı, Uçhisar, Ortahisar, Ürgüp ve Göreme olarak devam ediyor. Tarihte bu sınırların Gürcistan'a kadar uzandığı haritalar da olmuş. Fakat defalarca değişen haritaların tek ortak noktası, batı girişi olarak Aksaray'ı kabul etmeleri olmuş.

1985 tarihinde İstanbul ile birlikte Kapadokya da Dünya mirası listesine girmiş. Fakat Kapadokya hem tarihi hem coğrafi olmak üzere iki ayrı sebepten dolayı listeye giren tek bölgemiz. Şu an listede Türkiye'den 15 bölge var. 

Bölge Hristiyanlık için önemli. Çünkü yasaklı bir din olduğu dönemde bile Kudüs'ten sonra ikinci en yoğun bölgeymiş. Şu an bile 300'ü bulan kilise var ve neredeyse hepsi kayadan oyma. Bunda yasaklı olmasının da bir etkisi var, çünkü ibadetlerini ve toplantılarını gizli şekilde mahzenlerde ve kaya oyuklarında yapıyorlar. 4.yy'da Konstantin'in özgürlük tanımasıyla bölge iyice önemli bir merkez haline geliyor ve kilise sayısı 1000'i aşıyor.

Şehre girişte kaya oyukları görünmeye başlıyor.



Şehrin mimarı sayılabilecek dağlar


Kapadokya'da ilk durağımız Ihlara Vadisi oldu. Hasan Dağı'ndan çıkan volkanik küllerin bölgede oluşturduğu tabakaların kırılıp, Melendiz Çayı'nın da içinden geçmesiyle oluşuyor. 14km'lik bir vadi ve çay vadi bittikten sonra da akmaya devam ediyor. Ben gittiğimde mevsimden dolayı çok yavaş akıyordu. Fakat özellikle mayıs ayında yağmur ve eriyen kar sularıyla beraber çok hızlı akıyormuş, hatta bu sene 2 kere sel tehlikesi yaşanmış. 



Melendiz Çayı.





400'e yakın basamak inip-çıktık.


Volkanik patlamayla beraber, 3 tane şey açığa çıkar. Bunlar; volkan külü, lav ve su buharı. İşte bu volkan külleri, kayaların oluşmasını sağlıyor. Rüzgarla yayılıyor, daha sonra başta Kızılırmak olmak üzere suların üzerine dökülüyor. Yağmurlarla vs. çamurlaşıyor. Oksijenle temas eden dış kısmı sert, iç kısmı yumuşak ve nemli bir oluşum haline geliyor. Buna da tüf deniyor. Kapadokya'daki oluşumlar da işte bu tüflerden oluşuyor.

Vadi 28 kıvrımdan oluşuyor. İçerisinde 5 bine varan oyuk bulunmuş ve bunların 105 tanesi kilise olarak kullanılıyormuş. Şu an bunlardan 14 tanesi gezime açık. İnsanların yerleşmek ve ibadet için bu bölgeyi tercih etmesinin sebeplerinden biri su kaynağının bulunması. Diğer bir sebep ise, yüksekliği 250 metreye kadar çıkabildiği için yukarıdan bakınca gizlenebilmesi ve bu sebeple de korunaklı olması.



Ben Ihlara Vadisi'nin içindeki kiliselerden 2 tanesini gezdim. Bunlardan ilki Ağaçaltı Kilisesi oldu. Kilise tahmin edildiği gibi kayadan oyma bir yer. İçerisindeki resimler 11.yy'a aitmiş, bu da gösteriyor ki; tek bir döneme ait değil ve sürekli el değiştiriyor. Bu sebeple de kilise isimleri bilinmiyor, bu isimler sonradan konulmuş.

Ağaçaltı Kilisesi (giriş)


Müjde sahnesi:
Cebrail Meryem'e seçilmiş kadın olduğunu müjdeliyor.


Doğum sahnesi:
Hz. İsa resimlerde başındaki halenin içerisindeki haç figüründen tanınıyor.
Sahnedeki önemli figürlerden biri, nefesiyle İsa'yı ısıtan hayvanlar. İsa'nın
bir ahırda doğduğuna inanılmasından geliyor. Diğer figür ise, düşünceli
şekilde resmedilmiş olan Yusuf. Meryem'i terkedecekken rüyasına girip onun
mesihi doğuracağı müjdelenince vazgeçiyor. Bu nedenle düşünceli resmedilir.


Üç Müneccim:
Yıldızlara bakarak İsa mesihin doğumunu Yahudi krala haber veriyolar.
Mesih kelimesinin kökeni yahudi krala dayandığı için, bunu kendine
bir tehdit olarak görüyor ve öldürmek istiyor. Müneccimlere onu
bulmalarını emrediyor fakat müneccimler bulmalarına rağmen
yerini söylemiyolar. Daha sonra, o dönem İsa'nın 2 yaşında olduğu
düşünülüyor ve kral tüm 2 yaş altı çocukların öldürülmesini emrediyor.
Bunun üzerine İsa, Mısır'a kaçırılıyor.


İsa'nın Mısır'a kaçırılış sahnesi.


Hz. İsa'nın yükselişi sahnesi:
2 elinden biriyle 3 işareti yapar, bu baba-oğul-kutsal ruh üçlemesini temsil eder.
Diğer elinde de kutsal kitabı tutar.


Kiliselerdeki resimler iki teknik ile yapılıyormuş. Bunlar, alçı tekniği ve kırmızı aşı boyası tekniği. Bu kilisedeki resimler alçı ile yapılmışlardı.




Ağaçaltı Kilisesi'nden çıktıktan sonra çayın kenarından yürüyerek Yılanlı Kilisesi'ne vardım.

Yılanlı Kilise (giriş)
İsmini, içerisindeki yılan figürlü resimlerden alıyor.


4 kadın figürü:
4 tane kadın farklı yerlerinden yılanlar tarafından sokuluyor:
-1.kadın; duymaması gereken şeyleri duyduğu için kulağından
-2.kadın; konuşmaması gereken şeyleri konuştuğu için ağzından
-3.kadın; başkasının malına el uzattığı için elinden
-4.kadın; bebeğini beslemediği için göğsünden.


Mahşer günü:
Meleğin elinde terazi var. Terazinin bir tarafında insan başı, diğer
tarafında ise kutsal kitap var. İnsanların mahşer günü, yaptıkları ile
hesaba çekileceğini anlatıyor.


Kapadokya şehitleri:
Tanrıya ve İsa'ya inanan 40 kişinin, putperestler tarafından katledilmesini
anlatıyor. Sivas'ta katledildikleri için Sivas şehitleri de deniyor.


Kiliseler, cennetin kapısı olarak görüldüğünden; anahtar girişi şeklinde
açıklıklar yapılıyormuş.


Son akşam yemeği:
İsa'yı yine hale içerisindeki haç figüründen tanıyoruz. İsa, içlerinden
birinin ona ihanet edeceğini biliyor ve kim olduğu sorulduğunda,
"yemekte benden önce ya da benle aynı anda masaya uzanan kim
olursa, odur" diyor. Burada Yahuda'nın uzandığını görüyoruz.
Yahuda, 30 gümüş para karşılığında İsa'ya ihanet ediyor. İhbar
etmesi de, meydanda kime sarılırsam o kişi İsa'dır şeklinde oluyor
ve o gün gidip İsa'ya sarılarak onu yakalamalarına sebep oluyor.
Daha sonra söylentilere göre Yahuda vicdan azabından, 30 gümüi
para ile aldığı arazideki bir erguvan ağacına kendini asarak
intihar ediyor. Erguvan ağacının mordan kırmızıya çalan
rengi de buna bağlanıyor ve kimi yerlerde Yahuda Ağacı
olarak geçiyor.


Mezar odası


Ihlara Vadisi'nden ayrıldıktan sonra dönmeden Narlıgöl Krater Gölü'nü ziyarete gittik ve manzaranın tadını çıkardık.





2.gün (25.07.15)

Güne Derinkuyu Yeraltı Şehri ile başladım. 37 adet yeraltı şehri bulunmuş ve bunların 7si gezime açık. En son bulunan yeraltı şehrinin en büyük yeraltı şehri olduğu düşünülüyormuş ve Nevşehir kalesinin altında bulunmuş. Derinkuyu ise şu ana kadar açılmış olanlardan en büyüğü. Bizim gezdiğimiz alan kimilerine göre 1/4, kimilerine göre 1/10luk bir alanmış. 

Yeryüzünde yaşayan halkın %90'ının yerin altında da yerleşimi var. Tabi ki tüm alan tek bir dönemde açılmıyor, zamanla açılan alanlar daha sonra tünellerle birbirine bağlanıyor. Başlangıcının Hititlere dayandığı düşünülüyor, çünkü başkent olan Hattuşaş'ta da bu tarz tünel sistemleri bulmuşlar. Çok fazla buluntu yok, çünkü savunma olarak kullanıldığından insanlar fazla kalıntı bırakmamışlar ya da sürekli el değiştirdiğinden sonradan gelenler öncekileri yok etmişler. 

Yeraltı şehirlerinde savunma açısından alınmış birkaç önlem var. Bunlardan biri, tünelleri dar ve alçak yaparak düşmanı yavaşlatmak. İkincisi ise taş sürgü kapılar yapıyorlar ve bu kapılar tek taraflı şekilde açılıp kapanabiliyor. Düşman geldiğinde bu kapı kapatıldığı takdirde düşman kesinlikle açamıyor. Ayrıca ok vs kullanmak için de delikler açmışlar.

Düşmanın saldırıda kullandığı diğer yöntem ise, kuyulardan zehir atmak imiş. Bu yüzden kuyuları havalandırmaya çevirip, dışarıyla bağlantısı olmayan kuyular yapmışlar. Havalandırmayı kapatsalar bile, Kaymaklı yeraltı şehri ile bağlantılı tünel sistemleri varmış ve her halükarda buraya hava geliyor. 

Geçtiğimiz sene yeraltında bir proje yaptığım için burası oldukça ilgimi çekti. Kurdukları tüm sistemler, fazlaca düşünülmüş olduğu belli olan zeka ürünleri. Sürekli tehdit altında oldukları için, insanlar mecburen kendilerini güvene alacak önlemler bulmuşlar. Her olasılığı düşünüp, hesaplamışlar. 

Derinkuyu Yeraltı Şehri'nde gezimizi bir Y şekli çizerek ve 55 metre derine inerek gerçekleştirdik. Geçtiğimiz tünellerden çift taraflı kullanılan sadece 1 tünel var. Mutfaktan giriş yaptık ve ahırdan da çıktık. Bu iki bölümün yer yüzüne yakın yerlere yapılmasının sebebi; erzakların rahat taşınması ve hayvanların rahatlıkla içeri sokulup dışarı çıkarılabilmesi.



Giriş kapısında böyle bir uyarı var ama içerisi teknolojik sistemlerle
havalandırıldığı ve ışıklandırıldığı için gayet ferah ve rahat geziliyor.


Mutfak bölümü


Mutfağa girdiğimizde yerde böyle bir çukur görüyoruz. Bu çukurun
içerisinde çömlekler var. Burada ateş yakılarak tandır sistemi
şeklinde yemek yapılıyor. Bazen de çukurun üzerine iki metal
çubuk koyarak ocak olarak da kullanıyorlarmış.


Erzak depoları


Çukur alanlarda büyük çömlekler saklıyorlar. Bunların içerisinde
şarap, su, meyve, sebze vs bulunabiliyor. Yeraltı şehirlerindeki
böyle depolar hala kullanılabiliyomuş.


Bölümler arası ulaşım böyle ve hatta bundan daha alçak ve dar
tünellerle sağlanıyor. Biz bile bu tüneller zor geçerken, bir de o dönem
yaşayan insanların bizden çok daha uzun ve iri olduğu düşünülüyor.


Çift taraflı kullanılan tek tünel. Bu tünel ile kilise ve su kuyusuna
iniliyor. 


Kilise
Sütunlarda birtakım delikler görülüyor. Kilisenin çıkışında olduğu
için bu deliklerin cezalandırmak (çarmıha germek) amaçlı kullanıldığı
düşünülüyor.


Su kuyusu
Derinliği 30 metre. Savunma amacıyla, dışarıyla bir bağlantısı yok.



Şaraphane
4bin yıl önceye dayanarak üzümden şarap elde ediliyor. Şaraphaneyi de
yük taşımamak için yeryüzüne yakın tutmuşlar. Ayrıca burayı,
yeraltında yaşamadıkları dönemlerde dahi kullanıyorlarmış. 


Ahır



Yeraltı şehrinde epey vakit geçirdikten sonra Üç Güzeller olarak adlandırılan 3 tane yan yana peri bacasını görmek için yola çıktık. 

Peri bacaları olarak bilinen yapıların oluşumu şu şekilde oluyormuş: Volkanik patlamalardan oluşan tüf, bölgeyi kaplıyor. Daha sonraki son patlamalarda tüfün üzerini lav kaplıyor ve bu lavlar soğuyunca bazalta dönüşüyor. Bu tabakalar, ısı farklarından dolayı kırılmaya başlıyor. Kırıklardan sızan su, tüfü oyuyor ve inceltmeye başlıyor. Bazalt tüfe göre daha sert olduğu için onu aşındıramıyor. Bu yüzden bazaltın hemen altından başlamak üzere tüf git gide inceliyor ve konik bir şekil almaya başlıyor. Onun üzerinde de aşınmadığı için bazalt kalıyor ve peri bacası dediğimiz oluşum ortaya çıkıyor. Zaman geçtikçe, bazaltın hemen altındaki tüf o kadar inceliyor ki (suya en çok maruz kalan yer olduğu için), en sonunda kopuyor ve bazalt düşüyor. Bu tip peri bacalarına da konik şapkasız kaya deniyor.


Biri diğer ikisine göre daha küçük olduğu için, anne-baba-çocuk
olarak anıldığı da oluyormuş.


Tüfün git gide inceldiğini ve üzerindeki bazalt taşını görebiliyoruz.


Buradan sonra Turasan Şarap Fabrikası'nın mahzenini görmeye ve şarabın yapılışı hakkında bilgi almaya gittik.

Şarabın 4 ay bekleme süresi varmış. Bunu 3 farklı şekilde yapıyorlar:
1) 8-29bin litre arasında değişen kapasiteli kaya oyma odacıklarda
2) Paslanmaz çelik tanklarda
3) Fıçıların içerisinde. En pahalı ve özel şaraplar bu fıçıların içinde bekletilenler oluyormuş ve fıçılar sadece 2 kere kullanılabiliyormuş.





Şarap fabrikasının yakınındaki Asmalı Konak dizisinin çekildiği konağı da ziyaret ettim. Asmalı Konak dizisi, Kapadokya bölgesinin tanıtılmasında büyük bir etken olmuş aslında.







3.gün (26.08.15)

Bugüne kısa bir onyx taşı atölyesi ziyareti ile başladık. Onyx taşının en farklı özelliği ışığı geçirebilen bir taş olması. Bize burada farklı çeşitlerinden ve değerli taşlardan yaptıkları takılardan bahsedip örnekler gösterdiler ve mağazayı gezdik. Geçen sene Pamukkale bölgesindeki gezimde de başka bir onyx taşı atölyesi gezdiğim ve alışveriş yaptığım için yabancısı değildim ve burada çok fazla vakit geçirmedim.




Atölyenin bulunduğu yer, Güvercinlik Vadisi'nin de başlangıç noktasıydı. Bu bölgeye bu ismin verilmesinin sebebi; burada çok fazla güvercin bulunması ve güvercinler için deliklerin açılması. Bu deliklerden giren güvercinler, buralara gübrelerini bırakıyorlar. Gübrelerinin enerjisi de çok yüksek olduğu için bölge tarımında kullanılıp daha yüksek verim alınıyor. Bölgede sansar gibi hayvanlar deliklerden girip güvercinleri öldürdüğü için, delikler sadece güvercinlerin girebileceği kadar küçük tutuluyor ve altlarına da metal plakalar ya da yumurta akı konularak, diğer hayvanların kaymaları amaçlanıyor.





Daha sonra 45 dakikalık bir yolculuk yapıp, Hacı Bektaş-ı Veli Müzesi'ni gezdik. Hacı Bektaş-ı Veli, özellikle bu bölge için önemli bir kişi. Orta Asya'daki Şamanistlerin Müslümanlığa geçmesini sağlıyor ve bunu yaparken yepyeni yabancı bir din tanıtmak yerine, İslam-Şaman karışımı bir din sunuyor. Burada 4 kapı 40 makam esasına dayanan bir okul kuruyor. Her kapı bir üst dereceyi temsil ediyor ve her kapıda 10 tane öğreti var. 

Bektaşiliğe Aleviliğin kurumsallaşmış hali diyebiliriz. Bu yüzden Alevilikteki önemli değerler burada da karşımıza çıkıyor. 3 ve 12 sayılarıyla sıkça karşılaşıyoruz. 3; Allah, Muhammed ve Ali'yi simgeliyor. 12 sayısı ise 12 imamı simgeliyor. Bu yüzden Bektaşi tarikatından kişiler boyunlarına ya da bellerine 12 köşeli onyx taşı takıyorlarmış. Bu yüzden onyx taşına bu bölgede Hacı Bektaş taşı da denilirmiş. Kapı da önemli bir öge olarak karşımıza çıkıyor. Müzeyi gezerken insanların eşiklere basmadığını ya da kapılara sırtını çevirmediğine şahit oldum. Bu kadar değer vermelerinin sebebiyse "Ben ilmin şehriysem Ali de kapısıdır." hadisiymiş. 


Müzede 3 tane avlu var: Nadar, Meydan ve Hazreti. Gezmeye Nadar avlusuyla başladık.



Üçler Çeşmesi

6 köşeli yıldız
Düz üçgen su ve doğruları, Ters üçgen ateş ve yanlışları temsil ediyor.
Bu yıldızı, diğerlerinden farkı, ortasının çiçek şeklinde oluşu. Bu çiçek
de, dünyadaki iyilik ve kötülüğün sevgiyle harmanlandığını anlatıyor.


Aslanlı Çeşme
Aslan figürü, Ali'yi temsil ediyor.


Kahveci Baba Mezarı
Hayatı boyunca kahve döverken gürültü çıkartıp insanları rahatsız
ettiği için vasiyet olarak "ölünce beni öyle bir yere gömün ki, insanlar
da beni orada rahatsız etsin" demiş.


Aş Evi: Aç ve fakir herkese açıkmış.

Kara Kazan
Sadece Muharrem ayınca aşure pişirmek için kullanılıyormuş.


Et doğrama masası


Geyik boynuzu
Yemeğin hazır olduğunu belirtmek için kapıya asılırmış.





Meydan Evi: Dergahın en önemli yeri. Çünkü dergah büyükleri burada oturur ve cem törenleri de burada yapılırmış.



Balım Sultan
Sol kulağında bir küpe var. Bu küpe, mücerretlik mertebesine ulaşmış
kişileri toplum içinde ayırt etmek için kullanılıyor. Bu mertebeye
ulaşan kişiler, kadınlarla hiçbir münasebette bulunamıyor.
Eğer yanlış yaptığı tespit edilirse küpe çekerek çıkartılıyor.
'Eski kulağı kesiklerden' gibi deyimler buradan geliyor.


Kırlangıç stili tavan sistemi
Genellikle 9 katlı yapılıyor ve bu da göğün 9 katını temsil ediyor.


12 köşeli Bektaşiliği simgeleyen onyx taşı.


Hacı Bektaş-ı Veli Türbesinin ilk orijinal kapısı (miladı 1610)
İnsanların kapıya verdiği önem buradan da görünüyor aslında. Kadınlar
kapıyı okşayıp ağıt yakıyorlardı.


Balım Sultan türbesinin bahçesindeki ağaç çok dikkatimi çekti.
Ağacın bir tarafı yeşermişken, diğer tarafı kuru kalmış.



Buradan ayrıldıktan sonra öğle yemeğimiz için Avanos Sarıkaya Restaurantı'na gittik. Bu restaurantın en önemli yanı kayadan oyma bir mekan olmasıydı ve atmosferi çok etkileyiciydi. Burada çömlek kebabı yedim ve aşçı bizzat getirip çömleği önümüzde kırdı. Güzel bir deneyimdi.




Yemek yedikten sonra sonra asıl Peri Bacaları'nın olduğu, içlerine girilebilen ve keşişlerin inziva yerleri olan kayaların olduğu Avanos bölgesine gittik. Ben de girilebilen olanların içerisine girip bolca fotoğraf çektim. Ayrıca bu bölgede peri bacalarının aşamaları da oldukça belirgin şekildeydi.

Çizgi şeklinde bazalt-tüf ayrımı


Tüf tabakası konikleşiyor.


İncelen tüf tabakası üzerindeki bazalt tabakası düşmeye başlıyor.




Peri bacasının içerisinden.





Peri Bacaları'ndan sonra, Dervent Vadisi'ne geçtik. Buradaki kayaların hepsini bir şeylere benzettikleri için Hayal Vadisi de deniyormuş.

En büyük kaya deveye benzediği için Develi Vadisi de denilebiliyormuş.


Büyük Deve

Napolyon'un Şapkası

Dans Edenler




4.gün (27.08.15)

Bugün ilk olarak Göreme Açık Hava Müzesi'ni ziyaret ettim. Burası yerli-yabancı tüm turistlerin ziyaret ettiği tek müzeymiş. Günde 9bin kişiyi geçtiği kaydedilmiş. Yaşam alanlarına ibadet yerlerinin uzak olmasından dolayı, birçok kilisenin açıldığı önemli bir merkez olmuş. Resimlerin zarar görmemesi için kiliselerde fotoğraf çekmek yasaktı, bu yüzden ben de çekemedim. Ama resimlerin konuları genellikle, İsa'nın çarmıha gerilme sahnesi, kutsal üçleme, göğe yükseliş gibi sahnelerdi. Ayrıca Aya Yorgi olarak bilinen Aziz George da bu bölgenin önemli bir azizi olduğu için onun da sıkça resmi vardı. Ejdere karşı savaşıp kazanarak aziz olduğuna inanıldığından, at üzerinde elinde mızrakla ejderlerle savaşırken resmedilmiş.





İbadet yeri olduğu için konaklama yerleri yok ama yemek yenilebilecek alanlar var.




Göreme Açık Hava Müzesi'nden sonra Halı Dokuma Atölyesi'ne gittik. Burası 1987'den beri çalışan bir işletmeymiş. 4500 dokumacı mezun edilmiş ve şu an 750 tezgaha sahiplermiş.
Burada halıların nasıl dokunduğunu anlattılar. Öncelikle tezgaha halı iskeleti yerleştiriliyor. Buna çözgü deniyormuş. Daha sonra tek tek düğüm atarak sıra sıra dokuyorlar. Her sıradan sonra halının atkısı denilen kat atılıyor, sıkıştırılıyor ve son olarak tıraşlanıyor. Bir halının yapımı 4 aydan başlayıp 2 yıla varabiliyormuş.






Son olarak halı dokuma atölyesinden çıkıp, Seramik Atölyesi'ne geçtik. Bize bir usta uygulamalı olarak çömlek yapımını gösterdi. Burada önemli olan çömlek ile kapağını ayarlayabilmekmiş. Hatta eskiden evlenmeden önce damada çömlek yaptırılır ve bunu ayarlayıp ayarlayamadığına bakılırmış.




Daha sonra seramiklerin üzerine nasıl çizim yapıldığını gösterdiler. Önce siyah beyaz çizilir, sonra renkler ile geçilir ve sonra tekrar fırınlanırmış.




Böylelikle Kapadokya'daki gezim sona ermiş oldu. 

Gezi stajım boyunca kullandığım bilgiler için kaynak; Rehber Eylem Köktürk.



5.gün (29.08.15)

Gezi stajımın son gününü İstanbul içerisinde bir kaçamak yaparak geçirmek istedim. Ailemle birlikte Şile Karamandere'deki Saklıgöl'e gittik. Gözünüzün değdiği ilk andan itibaren kendine hayran bırakan bir doğa güzelliğiydi gerçekten. Tüm gölün etrafında dönen bir yürüyüş yolu var. Gölün kıyısında ya da ağaçların içerisinde yemek yenilip piknik yapılabilecek alanlar var. Ayrıca gölün kenarında cafe-restaurant tarzı yerler de mevcut.

Gelin Köprüsü











Saklıgöl'den çıktıktan sonra Şile Yeni Köy'e gidip biraz köy havası aldık ve gezi stajımı sonlandırmış oldum.